serbestler içinde ara


serbest kategori

zamanla serbest

2 Nisan 2007 Pazartesi

uskidsknow//Mart '07

Albümlerin gerek tematik gerek müzikal bütünlükleri bir yana dursun, eski yeni şarkılardan karışık listeler yapmanın, shuffle'dan fırlayacak bir sonraki şarkının heyecanını yaşamanın cazibesi her zaman çok çekici olmuştur. Buna sonuna kadar inanan us kids know yazarları olarak aylık şarkı listeleri hazırlamaya karar verdik. Her ay en çok dinlediğimiz, etkilendiğimiz, tozlu bilgisayar dosyalarından bulup çıkardığımız şarkıları hem birbirimizle hem de sizinle paylaşacağız. İşte Mart ayında kasetçalarlarımızı en çok meşgul edenlerden seçtiklerimiz:

[şahin.]

Arcade Fire - Black Wave/Bad Vibrations
Mart ayım haliyle Arcade Fire'a adandı denebilir. Neon Bible'dan harika bir Win/Regine düeti.
Modest Mouse - Spitting Venom
Yeni çıkan albümlerin heyecanı bayağı ağır bastı bu ortaya çıkıyor. Modest Mouse'un 20 Mart çıkışlı son albümünde dönüp dolaşıp Spitting Venom'a denk geldim. Uzuncana, inişli çıkışlı ama albümün tepelerinde olan bir parça.
Hot Springs - Gotta DJ
Hediyemin hediyesinden Hot Springs çıktı. Kendi açımdan son zamanlarımın en iyi keşfi. Henüz bir albümleri yok, myspace ile idare etmek durumda kaldım. Şirinlikten oldukça uzak, çatallı, dokunaklı bir bayan vokal. Daha iyi tanıtacağım önümüzdeki günlerde.

[ikiyol]
Herman Düne - Glory Of Old
Herman Düne kardeşlerin son albümü Giant'tan aklımdan bir türlü çıkartamadağım; okuduğum kitapların, izlediğim filmlerin rüyalarıma hükmettiği bir dönemde her rüyamın fon müziğinde çalan şarkı.
Chris Garneau - Between The Bars
Between The Bars'ın orijinal versiyonu üzerine hiçbir cover'ını beğenmem sanıyordum ama Chris Garneau o büyülü albümü Music For Tourists'in en arkasına gizlice öyle bir yerleştirmiş ki bu şarkıyı, şaşırıp hayran kalmamak mümkün değildi. Piyanolu Between The Bars. Meraklısına.
The Elected - Did Me Good
The Elected bir çok açıdan beni şaşırtan, kendisine karşı ne hissedeceğimi bilemediğim bir grup. Did Me Good'un Mart ayıma hükmettiği ise bir gerçek, gün boyu 'you did me good' diye içimden bağırarak geziyorum etrafta, yarı mutlu, yarı hüzünlü.

[zachery from sweden.]
Air - Biological
Geç keşfetmeyi bir kere daha çok sevdim. Şarkılar yıllarca playlist'lerde dursun sessiz sessiz, sonra birden hop sürpriz yapıversinler. Hayat da ne hoş canım.
Alexi Murdoch - Home
Çocuk şarkıları ve tekrarlar hiç sakin ve huzurlu değiller aslında. Hitchcock'un Birds'ünün okulun bahçesinde geçen ünlü sekansını hatırlatırım. Ama tadı enfes tabi.
Thom Yorke- Harrowdown Hill
Aynı şeyi aynı anda düşünmek her zaman güzel birşey olacak biz ölümlüler için.

[suninherhead]
Tracey Thorn - It's All True
Mükemmel sesli kadından harika bir video ile çıkan yeni şarkı. Dansetmeden duramıyorum. Evet fazlaca 80'ler ama çok iyi bence.
Junior Boys - Like A Child
Çok güzel "So This Is Goodbye" albümündeki favori şarkım, "In The Morning" ise henüz üvey evlat.
Turin Brakes - Blue Hour
Nasıl olmuş da aylardır itunes'umun yeni adındaki playlist'ine dokunmamışım da bu şarkıyı daha önce benimsememişim?

28 Mart 2007 Çarşamba

Başucumda Bir Adet Neon Bible

Evet çocuklar gibi heyecanlandım. O yüzden paylaşmadan edemedim. Meğersem hediye olarak bir "CD" almak ne kadar da şahane birşeymiş. Jelatini açmak, sonra cd kutusunu açıp hemen kitapçığı karıştırmak, şöyle bir elinde dokunarak hissetmek, cd'yi yerinden çıkarıp ışığa doğru tutup renk oyunları yapmak, en ufak yazıları dahil tekrar tekrar okumak. En son kendime ne zaman cd aldığımı oturdum düşündüm bir türlü hesaplayamadım. Çok özlemişim.

Bugün öğlen hediyemi açarken suratımda oluşan dev gülümsemeyi biraz da cd'nin Neon Bible olmasına bağlayabiliriz sanırım. Bir baktım paketin içinden neon ışıldaklı bir albüm çıkıverdi. Nasıl bir şirin mutluluktur anlatamam. Evirdim çevirdim ama açmadım. Eve gidene kadar bekledim açmak için. Böyle bir ritüele ihtiyaç vardı galiba.

Neon Bible için diyeceklerimi demeye zaten çalıştım öbür tarafta ama "görünüşe" göre de albüm hakikaten karanlıkmış. Yani kitapçık kapkaranlık, siyah arkaplanlar, şarkı sözleri yanısıra tam olarak seçilemeyen siyah beyaz fotoğraf çalışmaları vesaire. Oturdum bir kez de elimde tutarak, dokunarak sözleri takip ettim cd'yi takıp.


Hediyenin hediyesi de olur mu demeyin, Arcade Fire albümünün yanı sıra bir de promosyon cd'si gelmiş yanında. "Pop Montreal". Bildiğim kadarıyla Pop Montreal Kanada'da gerçekleşen bir müzik festivali. Bu albüm de bir nevi adı pek duyulmamış tahmin ettiğim kadarıyla festivalde sahne almış indie/folk/elektronik isimlerinin çalışmalarına yer veren 21 şarkılık bir toplama. Hiçbir ismi daha önce duymamıştım ama çok renkli duruyor ilk dinlediğimden aklımda kalan. Kuşkusuz yepyeni birkaç isimle karşınızda olacağım önümüzdeki günlerde. Hatta kulağıma takılan iki tanesini de dayanamıyorum aşağıda veriyorum, atlamayınız.

Bir cd aldım gereğinden çok çok mutlu oldum. Teşekkür ederim Hakan. Kendine iyi bak.

Hot Springs - Gotta D.J.
Patrick Watson - Luscious Life

Arcade Fire - Neon Bible incelemesi [uskidsknow]


4 Mart 2007 Pazar

Yaz Gelmeli

Küresel ısınma yandaşı bir insan olup çıktım; aslında aktivistlik adına hiçbir hücre taşımamama rağmen çevre konusunda biraz dikkatli sayılırım. Yani yere çöp atmak falan yazık, günah gelmekte. Ama yine de küresel ısınma yandaşlığımdan bu bahar sarhoşluğu sayesinde kurtulamıyorum işte.

Yaz gelsin, etek giyelim; erkekler de şort giysinler diyip duruyorum. Yaz gelsin, tatile gidelim diyip duruyorum. Yaz gelsin, şimdikinin aksine paltosuz terliyelim diyip duruyorum.

İşte bu yüzden, bu aralar başımda kavak yelleri. Eğlenceli arkadaşlar edinip, var olan eğlenceli arkadaşlarımla, hep beraber şarkı söylemek istiyorum. Sesim kötü diye insanlar bana sus demesinler, herkesin sesi kötü olsa bile birlikte müzik yapalım istiyorum. Yer de aklımda aslında ama, o kadar da paylaşamayacağım sırlarımı.

Bombobobobobobobomm, can you hear the beat of my heart?
Dinleyiniz, mutlu olunuz.

Jens Lekman - Sweet Summer's Night on Hammer Hill

Ayrıca burası yakınlarda bir tarihte bir Jens Lekman yazısı hakediyor bence, hangi tavşan üstlenecek bu extra vaganza sorumluluğu?

26 Şubat 2007 Pazartesi

Songs Will Tear Us Apart


Buyursunlar efendim,
Yok ben grup mrup tanıtmayacağım bugün de. Yıllardır etkisini ve harikalığını yitirmeyen bir şarkıdan bahsedeceğim. Kiminiz bu şarkıyı Donnie Darko, ya da 24 Hour Party People filmlerini izlerken keşfettiniz, kiminiz ise brit sevgisiyle şu Joy Division da neymiş dediğiniz yıllarda pek muhteşem ve muhterem Ian Curtis beyin sesiyle paralize olup hop diye sizi içine alan introsunu nerde duysanız zıplamaya başladınız. Sonra kaotik aşk hikayelerine çok uygun sözleri olduğundan kendinizden ve yavuklunuzdan bir parça buldunuz ve bu şarkı bilimum kalp kırıklıklarına Ian'ın buz gibi sesiyle eşlik etti. Evet Love Will Tear Us Apart'tan bahsediyorum. Post Punk efsanelerinden Joy Division'ın Ian Curtis cennete uçmadan önce paçalarından tutup söylettiği bu şarkı hala benim ve birçok insan için adrenalin salgılayıcı bir özellik taşıyor. Demin de dediğim gibi pek harika bir introsu olan şarkının bir sürü cover'ı yapıldı bugüne kadar. Ama hala en başarılısı orijinali bence. Bunun yanında başarılı bulduğum Love Will Tear us Apart uyarlamaları da var tabii. Mesela en günceli son konserinde de kulağımıza kulağımıza üfleyen Nouvelle Vague uyarlaması. Bu kadar damar bir şarkıyı kimse bossanovalar içinde duymayı hayal edemezdi herhalde.

Bir diğer Brit dedemiz The Cure cover'ını ise o kadar da başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Bronx'taki genç müzisyenlerimizin pek de önüne geçememiş sevgili Robert Smith. Kendisine donuk değil haykıran vokaller yakışıyor zaten. Bunun dışında Worm Is Green tarafından coverlanmış hali ise çok daha özgün olmuş bence.Fall Out Boy ve Moonspell de uyarlamış, fakat bizi takip edenler bilir, o sularda yüzemiyoruz, haliyle yorum da yapamıyorum, belki arkadaşlarımız bu konuda yorumlarını belirtir.

Son Love Will Tear Us Apart yorum keşfim ise Susanna and The Magical Orchestra cover'ı oluyor, ve çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. Bir de Bis tarafından mixlenmiş bir LWTUA cover'ımız mevcut, bunu ise haftasonları peyote'nin geç vakit ritmleriyle zıplamayı seven arkadaşların pek tutacağını tahmin ediyorum.

Evet gördüğümüz üzere bir şarkı bu kadar başarılı olup bu kadar farklı yorumu kaldırabiliyor demek ki, ve her farklı cover'da insana bambaşka haleti ruhiyeler yükleyip herbirinin çok dolgun geçmesini de sağlayabiliyor. Joy Division fanatikleri kızmasın, her zaman en iyi LWTUA orijinali olarak kalacaktır bence, fakat bunca iyi yorumu da göz ardı etmemek, ve şarkının keyfini çıkarmak gerekir yıllar boyunca diyorum. Benim için artık bir klasik olan bu parçayı herkesin daha da sindirmesi umuduyla.

"something so good... just can't function no more"

Joy Divison - Love Will Tear Us Apart
Susanna and The Magical Orchestra - Love Will Tear Us Apart
Bis - Love Will Tear Us Apart
The Cure - Love Will Tear Us Apart
Worm Is Green - Love Will Tear Us Apart
Flowing Tears - Love Will Tear Us Apart
Nouvelle Vague - Love Will Tear Us Apart


The Teenage Guide to Popularity


"Three important rules for breaking up
Don't put off breaking up when you know you want to
Prolonging the situation only makes it worse
Tell him honestly, simply, kindly, but firmly
Don't make a big production
Don't make up an elaborate story
This will help you avoid a big tear jerking scene
If you wanna date other people say so
Be prepared for the boy to feel hurt and rejected
Even if you've gone together for only a short time,
And haven't been too serious,
There's still a feeling of rejection
When someone says she prefers the company of others
To your exclusive company,
But if you're honest, and direct,
And avoid making a flowery emotional speech when you brake the news,
The boy will respect you for your frankness,
And honestly he'll appreciate the kind of straight forward manner
In which you told him your decision
Unless he's a real jerk or a cry baby you will remain friends"

Diye başlıyor Nada Surf - Popular. (High Low/1996)

Hayali bir lisede öğretmenlik yapan Matthew Caws 3 bölümden oluşan ve kız öğrencilerini hedef alan son derece sarkastik monologunun ilk kısmında "ayrılma sanatından" bahsediyor. Şarkının başında sakin sakin anlattığı şeyleri merakla dinliyoruz ve ciddi olup olmadığından ancak monologun ikinci bölümünde emin oluyoruz, "Being attractive is the most important thing there is" diye başlayan ikinci bölümün tavsiyesi şu: "Make sure to keep your hair spotless and clean/Wash it at least every two weeks/Once every two weeks" Zaten artık şarkının başındaki sakin konuşma yerini azarlar gibi bir bağırmaya bıraktığı için neler olup bittiğini daha iyi anlıyoruz ve ilgiyle monologun son bölümünü bekliyoruz.

Kimseyle bir aydan fazla birlikte olunmaması gerektiğini ve böylece daha çok insanla çıkılabileceğini söyleyen Caws şöyle bitiriyor monologunu: "You can go out with whoever you want to/Every boy, every boy, in the whole world could be yours/if you'll just listen to my plan/the teenage guide to popularity"

Niye bugün, niye bu şarkı, niye 10 yıl önceki herkesin bildiği bir şarkı. Benim en sevdiğim Nada Surf şarkısı bile değil Popular. Nada surf dinlemeyeli çok zaman oluyor, ama yıllardır aklıma kazınan -beni dehşete düşüren- ender şarkılardan biri bu şarkı. Şarkının sözlerindeki alaycılık silahı beni tam anlamıyla kalbimden vuruyor ve şarkıyı beynime kazıyor. Ve ben biraz bunu arıyorum galiba hareketli/gürültülü şarkılarda. Bu enerjiyi, bu kızgınlığı; ama herşeye küfredip isyan ederek değil de, işte böyle, dalga geçerek. Dalga geçmiyormuş gibi yapıp dalga geçerek.

Siz de hatırlayın istedim bu şarkıyı, tozlu raflardan eski bir Nada Surf albümü çıkarıp takın müzik setinize, bilgisayarınızın varolduğunu unuttuğunuz klasörlerini karıştırın, ya da hiç uğraşmayın burdan sağ klikleyip save as yapın, ama dinleyin.

Size bir hediyecik daha, Nada Surf'un 2005 tarihli son stüdyo albümü The Weight Is a Gift kayıtları sırasında Chris Walla (Death Cab for Cutie) dayanamayıp Nada Surf hakkında bir süper kahraman şarkısı yazmış. Şarkı oldukça başarısız şimdiden uyarmış olayım ama siz de bir bakın tabi, her zaman insanlar başka bir grubu kahraman olarak gösteren şarkılar yazmıyorlar..

Nada Surf - Popular
Chris Walla - The Rhone Occupation


official site
Chris Walla

19 Şubat 2007 Pazartesi

Butterfly Nets

Şu günlerde yatmadan önce bu şarkıyı dinler oldum. Sanırım gün içinde müzikli müziksiz yüklendiğim hüznü minik bir gülümsemeye çeviren, gözü kapalı dinlemeyi tercih ettiğim birşey bu. Belki de biraz bahar özlemi.

armed with this small butterfly net
i will face the world alone
and never be lonely

(Darbie Nowatka'nın masum sesi ile May EP'den mükemmel bir şarkı)

Bishop Allen - Butterfly Nets

16 Şubat 2007 Cuma

Düetler

Bugün içimden size yeni bir grup tanıtmak gelmiyor. Zaten hangi birini yazıcağıma karar veremiyorum bi türlü. Hem farkettim ki, o yazmak istediğim grupların hepsinin ortak bir yanı var – hepsi de “male/female vocal harmony” denilen şeyi kullanıyor. Bu, kadın ve erkek vokallerin birbirine uyumlu ya da tamamen zıt bir biçimde kullanılması sonucu ortaya kulağa çok hoş gelen sesler çıkması demek oluyor. Her ne kadar bundan sonra yazmayı düşündüğüm tüm gruplarda buna rastlamış olsam da, “en iyi male/female vocal harmony kullanan şarkılar” isimli bir post yazacak kadar hakim olduğumu düşünmüyorum müziğin bu uçsuz bucaksız alanına. O yüzden ben de zaman kısıtlaması yapmadan, gelmiş geçmiş bütün şarkılar arasında bence en başarılı olan düet tarzı şarkıları sizinle paylaşmaya karar verdim bu gece. Düetleri cheesy bulmayın. Çok acıklı olabiliyorlar. Ve en azından hepsinin bir hikayesi oluyor.


İlk şarkım Damien Rice’ın 2003 tarihli çıkış albümü O’dan Volcano. Kendisi gibi İrlandalı olan ve ses tonuna hayran olduğum Lisa Hannigan’ın Rice’a eşlik ettiği bu şarkı bence Damien Rice’ın iki albümündeki şarkılarının içinde en güzeli. “What I am to you is not real/What I am to you, you do not need/What I am to you is not what you mean to me/You give me miles and miles of mountains/And I'll ask for the sea” sözleri bile tek başına kötü giden ilişkilerin çoğunu özetler nitelikte.

Damien Rice – Volcano

İkinci şarkı 2006’nın başında Rabbit Fur Coat isimli ilk solo albümünü çıkaran Jenny Lewis’den. Kendisine bu şarkıda Conor Oberst, M. Ward ve Death Cab For Cutie’den Ben Gibbard eşlik etmiş. Şarkıyı söyleyen bu inanılmaz insan grubunun dışında şarkının ismi de yeteri kadar açıklayıcı bence şarkının niye bu listede olduğunu anlamak için.

Jenny Lewis With The Watson Twins – Handle With Care

Sıradaki iki parça çok eskilerden, eminim bir zamanlar hepimizin en çok dinlediği şarkılardanlardı ama belki de 1 yıldır dinlememiş olanlarımız vardır onları. Bu listenin bir yeni şarkılar listesi olmayacağını baştan söylemiştim. Bu iki şarkıyı görmemezlikten gelip onlarsız bir liste yapmam imkansızdı çünkü.

Nick Cave & Kylie Minogue – Where The Wild Roses Grow

Thom Yorke & PJ Harvey – This Mess We’re In

Şimdi iki tane yavaş şarkı geliyor. Şarkılar o kadar da eski değil ama şarkıyı söyleyenler kesinlikle eski. İlk şarkı 2006’nın en iyi albümleri arasında gösterilen Bonnie ‘Prince’ Billy’nin son albümü The Letting Go’dan benim favori şarkım. Aslında sevdiğim tek şarkı. Ama gerçekten güzel. İkinci şarkı da The Blue Nile adlı 80’den itibaren arasıra albüm çıkaran bir grubun 2000 yılında gayrı resmi bir şekilde çıkardıkları Birthday Cards & Silent Music isimli albümlerinden bir şarkı. Biraz iç karartıcı. Annem bile odamın yanından geçerken şarkının bir kısmını duyup ‘bu insanlar niye bu kadar hüzünlü’ diye sorma gereği duydu. Buyrun.

Bonnie ‘Prince’ Billy – Then The Letting Go

The Blue Nile – Easter Parade

Bu kadar üzülmek yeter. Biraz da neşeli düetlere bakalım. Tindersticks şarkılarından hangisini en çok sevdiğime karar veremiyorum, ama yüzümü en çok gülümseten bu şarkı sanırım. Ben bu şarkıdaki karakterlerin gerçek olduğuna inanıyorum. Ve bir film izler gibi dinliyorum şarkıyı.

Tindersticks – A Marriage Made In Heaven

Sıradaki şarkı için ne diyebilirim bilmiyorum. Son zamanların en başarılı, en etkileyici şarkılarından biri bence. The Dears’ın 2003 tarihli No Cities Left isimli albümlerinde bulunan bu şarkıyı dinleyip duygulanmanız için gecenin bi yarısında odanızda tek başınıza içki içiyor olmanıza gerek yok. En neşeli anınızda, en kalabalık ortamda, en uygunsuz durumda olsanız bile insanı allak bullak etmeyi başarabilen bir şarkı.

The Dears – 22: The Death of All Romance

Magic Numbers bu yaz Pukkelpop’ta bu şarkıyı çalmaya başlarken konserden önce bir çiftin yanlarına geldiğini ve bu şarkıyla evlendiklerini kendilerine söyleyip teşekkür ettiklerini anlattılar ve şarkıyı o çifte adayarak söylediler. Gerçekten bence de bu şarkıyla evlenilir.

Magic Numbers – I See You, You See Me

Son şarkım Kanada’dan. Stars’ın 2005 çıkışlı Set Yourself On Fire albümünün ilk ve en başarılı şarkısı. “God that was strange to see you again / Introduced by a friend of a friend/ Smiled and said ‘yes I think we've met before’” diye başlayan şarkı benim içime işliyor. Aklımdan çıkmıyor. Ve kesinlikle bu listeye girmeyi hakediyor.

Stars - Your Ex Lover Is Dead

Çok önemli şarkıları unuttuğum hissinden bir türlü kurtulamıyorum, o yüzden yorumlarınızı ve listeme ekleyeceğiniz şarkıları bekliyorum..



(edit : Yeni bölümlerimizin açılmasıyla herşeyi olması gereken yere koyduk, bu sebeple anasayfadan serbest bölgeye bu postu taşırken o çok sevdiğim ve bigilendirici commentlerinizi taşıyamadığımız için çok üzgünüz..)


15 Şubat 2007 Perşembe

Durmazyan Müzikli Hayat Kumpanyası

Müziği günümün ya da daha açık ifadesiyle günümü oluşturan ard arda anların içindeki boşlukları doldurmak için dinlediğimden şüpheleniyorum. Bunu, hem müziği her zaman bir şeylerin yanına, arkasına, köşesine sıkıştırdığımdan hem de neredeyse hiçbir zaman beni kendi başına tatmin etmeye yetmiyor oluşundan çıkarıyorum.

Bu ne kadar kötü bir şey emin değilim. Ama doğru olduklarını için için şüphelendiğim birtakım nitelemelere davetiye çıkardığının da farkındayım. Gereğinden hızlı bir hayatın acıklı bir göstergesi, tost modern bir ruh ya da kısaca müzikten anlamayan genç kişi. Hepsi olası. Ama ne yaparsınız işte, müzik bazıları için ancak ve hep ikinci planda. Bir şeyler yaparken ederken arka planda bizi devamlı ileri doğru iten, durulduğunda çıkan kötü sessizlikten bizi sakınan hü dost gibi. İyi güzel ama daha çok işlevsel. İstediği kadar bahanesi uyanmaya, ders çalışmaya, kayak yapmaya, misafir ağırlamaya, vs’ye yardımcı olmak olsun, aslında olan biten, yazmadan duramayacağım gibi hayatın acısını almak. Evet öyle işte.

Daha da uzatmaya gerek yok belki. Ama yine de müzikle ilişkimi iyi kötü özetleyen şu benzetmeyi sevdim. Kabaca, yumuşakça akan bir sıvının, tepelikleri ve çukurluklarıyla geniş bir alana yayılmış, gözeneklerle dolu, hatta bizzat kumdan oluşmuş coğrafi bir yapının yavaş yavaş içine işlemesi, boşluklarını doldurması, ve nihayetinde tepesine kadar örtmesi. Bana sorarsanız, sesler müzik dediğimiz ritmik halta dönüşmüşse eğer, kumların arasındaki sürtünmeyi, oralardaki boşlukların yarattığı kaşıntıları, düzensizliği, kayganlığı geçirerek, her şeyi rahata kavuşturabilir (semptomatik tedavi). Minik taneciklerin birbirleriyle uyum-suzluk-ları da artık önemsiz olur. Denge gelir. Ama müziğin çekilmesi de, işte bu nedenle o yumuşak girişten beklenmeyecek ölçüde acılı ve sarsıcı olur. Suya alışmış yapı birden suların çekilmeye başlamasıyla (belki de buharlaşması demeliyiz) kendini boşlukta buluverir. Yönsüz ve anlamsız hisseder, (belki de tam manasıyla) susuz hisseder. Sevgilisi gidivermiş biri gibi kalır. Ya da güzelim sevgilisiyle konuşacak bir şeyi kalmamış biri. Acıyla, acıyarak (teleleyley), umutla umutsuzluk arasında (haydi hop hop), kabullenememeyle (kıt-a dur). Tıpkı bunları yazarken şarkının bir anda ortadan kaybolmasıyla havada kalan kelimeler gibi bir şey (tabii, anlıyorum).


İşte bu yüzden biraz, aslında gayet basitçe ses ve sözlerle uyum peşinde koşan müzikler benim için bazılarının alkolü gibi dert kapısı. Bunu benden bana bir kompozisyona dönüştürmemek için sonu gelmeyen doğru zamanlarda müthiş sololar atan yakışıklı mızıkacı gitarist olma girişimlerimden, küçüklüğümden beri şarkı sözlerine hep yabancı kalışımdan, tabii tutulduğum onca solfej dersine rağmen kulağımın bir türlü yeşerememesinden ve bütün bunların benim üzerimde yarattığı derin hayal ve abartmak gerekirse hayat kırıklıklarından bahsetmeyeceğim. Ama şunu belirtmekte yarar var ve buraya arada tek tük sallayacağım tavşanlar dışında yazıp yazacağım tek şey bu olduğu için şimdi söylüyorum. Müziği güzel dinleyenlere gıpta ediyorum. Özellikle de bunca dinlermiş geçinip de, müziği onu pek de önemsemeden keyfime alet ettiğim zamanlara iç geçiremeden baktığımı farkettiğimde. O güzel sesler, notalar, hiç dinleyemediğim sözler başka dünyalardan, hep kaçırdığım, birtakım haberler getirdiler benim önümde benden habersiz. O yüzden de buradaki anlatım bir hoşuma gidiyor. Buradaki hikayeler, benim gibi kısır bir müzik hayatına saplanmış bir kısım insanlara ulaşıp, daha onlar fidankene yakalayabilir, onlara atamızın gösterdiği yolda medeni müzik kültürünü aşılayabilirlerse ne mutlu. Olur. Di mi?

Evet, son olarak belki her şeyin ötesinde müzik hafızasızlığından da mustarip olduğumu laf arasına sıkıştıraraktan bir çeşit mazerete değinerek, burayı olduran ve iyi müzik insanları olan ve kendilerine karşı sıcak sevgiler beslediğim yarenlerime bir gün kendime gelirsem buradan güzel ilhamlar bakınmaya geleceğimi söylemek ve annemin geçen gün burayı gördüğünde dediği ve o zamandan beri bir türlü kulağımdan çıkmayan şu sözleriyle lafımı bitirmek isterim.
Them kids know, them bastards. You, better do shit about it.

Yazan : Cem Şimşek